Değerli ÖZYURT okuyucuları bundan böyle haftada bir gün sizlerle, aslında hepimizin farkında olduğu, ancak çok fazla dikkate almadığı ve kanımca yanlış olan bazı tavır ve davranışlar ile düşünceleri sizlerle paylaşacağım. Bugüne kadar daha çok bilimsel konularla ilgili yazılar yazmama rağmen bir basın mensubu kardeşimin değişik konulardaki düşüncelerimi, çalışmalarımı ve bilgilerimi bilmesi dolayısıyla, yazmam konusundaki tavsiyesi üzerine haftada 1 defa da olsa sizlerle artık değişik konulardaki fikirlerimi de paylaşmak istedim. Köşenin adını bu işte bir yanlışlık var diye isimlendirdik, zira her hafta bana yanlış gelen farklı olayları köşeye taşımaya çalışacağım.
Bugün ilk olarak yalan söyleyene inanmaya ne kadar meyilli olduğumuzu ve inandıktan sonra nasıl önyargılı davranarak tabir yerindeyse araştırmadan vicdanımızda nasıl yargısız infaz yapabildiğimizi anlatmak istiyorum.
20. yılıma girdiğim meslek hayatımda sayısız şikâyetleri soruşturmak üzere Türkiye’nin her yerine gitmiş bir denetim elemanı olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki isnat edilen suçlamaların %80’nin iftira olduğu yaptığım incelemelerle kanıtlanmıştır, ancak maalesef siz doğruyu araştırmaya gittiğiniz anda artık toplumun gözünde sizin hakikati çıkarmaya çalıştığınız hiçbir şekilde düşünülmeden,” tabi suçlu olmasa incelenir miydi gibi “ direkt olarak vicdanlarda verilen olumsuz karar, nedense “çamur at izi kalsın” sözüne inanmaktansa “ Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” sözüne inanmayı kabul ediyoruz, ne kadar enteresan nasıl kabullenebiliyorlar, izahı çok zor, sanırım sizlerde çevrenizde bu tür olaylarla sık sık karşılaşmışsınızdır.
Biline hikâyedir, 20 yıllık evli bir çiftin yuvasını yıkmaya kararlı şer odaklarından bir tanesi bu bay da bayanda olabilir, çiftin hanımını evden telefonla arayarak kocasının kendisini aldattığını söyler. Aslında böyle bir olay yoktur. Adam gayet mazbut eve bağlı eşine saygı ve sevgide gerekli ihtimamı gösteren birisidir. Ancak sonuçta hangi nedenle olursa olsun aile huzurunu bozmaya kararlı kişiler böyle bir oyunu başlatmışlardır. Akşam eve geldiğinde hanımı gayet asabi bir tarzla hesap sormaya başlar, adamcağız ne kadar inkâr etse de hanım kendi vicdanında kararını vermiştir. 20 yıllık eşinin sözüne inanmaktansa telefonda hiç tanımadığı birinin sesine inanmayı tercih etmektedir.
Her şey ne kadar basit araştırmadan, sormadan verilen bir karar ve kaçan bir huzur belki de sonuçta dağılacak bir yuva ile amacına ulaşan kişiler..
Aslında tarihimiz şöyle iyice bir irdelendiğinde Anadolu insanının yapısında maalesef bu yönde bir özelliğin ağır bastığı yaşanan olaylarla anlaşılmaktadır.
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Ömer Seyfettin’in “ KAŞAĞI” romanını sanırım çoğumuz okumuşuzdur. Aslında nasıl, bu yöndeki özelliğimizi güzel anlatan bir hikâye değil mi? İftira edilen bir kardeş anında sorgulamadan suçluyu belirleyen baba ve suçsuz olduğu halde güçlü babasına suçluluğunu anlatamayan bir kardeş ve sonunda ödenen korkunç bir bedel.
Aile reisi konumundaki insanın gücü elinde bulundurmasına rağmen, gerekli araştırmayı yapmadan verdiği kararla sebebiyet verdiği sonuç bu konudaki düşüncelere nasıl bir örnek oluşturuyor.
Osmanlı İmparatorluğunun kurulduğu günden Cumhuriyetimizin kurulduğu güne ve Cumhuriyetimizin kurulduğu günden bugüne kadar tarih sayfalarını şöyle bir karıştırdığınızda yalan ve iftiraya kanarak karar veren kişilerin yaratıkları inanılmaz olaylarla karşılaşırsınız ve birçok telafisi imkânsız gerçeklerle yüz yüze gelirsiniz, ayaklanmalar kışkırtılan halk katledilen padişahlar yok yere öldürülen insanlar, atılan nifak tohumları ile birbirine düşürülen gençler, gibi yaşanan yüzlerce örnek ciddi bir tarihi araştırma neticesinde görülecektir.
Düşünsenize suçsuzluğunu güçsüzlüğünden dolayı anlatmayan birinin ya da haklıyken haksız duruma düşürülen bir insanın bunu ispatlayamamama nedeniyle çektiği acıyı, Allah kimseyi böyle durumlara düşürmesin.
Bu nedenle başta gücü elinde bulunduran en ufak aile reisinden her kademedeki idareciye kadar herkesin mutlaka olayları irdeleyerek karar vermesinin yanlışları azaltacağına inanıyorum.
Konuyu Peygamberimiz Hz. MUHAMMED’ in ( s.a.v ) her zaman kulaklarımızda olması gereken bir sözüyle noktalamak istiyorum Peygamberimiz buyuruyor ki “ Duyduklarınızın hiç birine, gördüklerinizin yarısına inanınız, mutlu ve kutlu olursunuz.” Ne güzel söylenmiş bir söz bir düşünelim biz böyle miyiz bazen gördüklerimizi ( 2 ) duyduklarımızı ( 4 ) kat abartan kişilerle karşılaşmıyor musunuz, herkes mutlu ve kutlu mu sizce?
Bir tanıdığınız ya da fazla tanımadığımız birisi gelip de birisinin sizin hakkınızda olumsuz sözler söylediğini belirttiği andaki duygularımızı şöyle bir tartın. Sizce ilk anda verilen tepkiler yanlış değil mi? Takdir sizlerin, ama söylenenler, size doğru geliyorsa;
Bence “BU İŞTE BİR YANLIŞLIK VAR” diyerek sözümü bitiriyorum.
Haftaya yeni bir yanlışlıktan bahsetmek üzere sağlıklı huzurlu mutlu günler dileğimle saygılarımı sunarım.
Antakya/Özyurt Gazetesi
10.12.2007